29 Haziran 2015 Pazartesi

sevgilim ölü asker - mehmet yaşın




kitaptan kısa bir bölüm... 


bilemezsiniz siz 
bir zamanlar 
bir çocuk vardı 
yasemenleri hurma dalına dizip
tavernaları dolaşırdı
ve şimdi
tanklara siper olan bu dağlarda
çam kozalakları ile serçeler yaşardı

bilemezsiniz siz 
şu yolda
mihail dedenin karpuzları satılırdı
ve onun çelimsiz karısı 
ikidebir çekerek kara çoraplarını 
gelip geçene su dağıtırdı

bilemezsiniz siz 
bir zamanlar
bu limanda buzuki çalınırdı
ve bir türk kızı vardı 
buzuki çalan rum gencine aşıktı

bilemezsiniz siz , bilemezsiniz
zaten bilmek de istemezsiniz

30 Nisan 2015 Perşembe

tanrı görmüş köpek - dino buzzati






kitaptan kısa bir bölüm...

nitekim beyaz buhar toprağın üzerine yayıldı ve her yanı kaplayan aynı sis en ufacık yarıklardan bile evlerin içine , bodrumlara , sığınaklara sızdı . korkudan dilleri tutulup akla hayale gelmedik deliklere saklanmış olan insanlar , engel tanımayan beyaz buğulu gazın her yere sızdığını gördüler . kimisi başladı öksürmeye . kimisi de diz çökmüş dua ediyordu . ecel kapıyı çalmıştı artık . 

az sonra kesildi öksürük sesleri . güme gitmediklerini görüp buna inanmayan insanlar , sessiz sessiz bakışıp duruyorlardı . yoktu bir şey . ne nefes tıkanıklığı , ne yanık , ne de ıstırap verici bir algı .

yoksa rus bilginleri yanılmış mıydı hesaplarında ? yoksa gaz , yol üstü , şeytani gücünü yitirmiş miydi ? 

beyaz buhar beyaz ev'in kat kat zırhlı sığınağına da sızmıştı . içerdekilerin hepsi maskelerini giymişlerdi ama bu maskeler durduramadı yanakları okşayan gaz sızıntısını .

birden , amerika birleşik devletleri başkanı , sert bir davranışla maskesini çıkarıp o da aynı şeyi yapsın diye dışişleri sekreteri'ne omuz vurdu . istemeyerek de olsa dışişleri sekreteri boyun eğdi . orada bulunanların hepsi taklid etti aynı hareketi . 

sığınak artık tamamen buharla dolmuştu , göz gözü görmüyordu . yine de kimse can vermemişti henüz . 
-- well ! dedi amerika cumhurbaşkanı , anlayamadığım bir şey varsa o da gerçeği görmek için ne diye bunca zaman beklediğimizdir .
-- orası öyle , inanılır şey değil bu doğrusu ! dedi dışişleri sekreteri . 
-- proletarya diktatörlüğü ! diye üst perdeden savundu başkan . başka çıkar yolu yok a canım ! öylesine apaçık ki bu ! 

dışişleri sekreteri sert bir yumruk indirdi kendi alanına : 
-- amma da sersemler çetesiymişiz bizler !
-- dışardaki şu gürültü ne ola ki ? diye sordu başkan .
-- halk yığını , diye bilgi verdi sekreterlerinden biri , sosyalist devrim isteyen yüz bin kişi var en azından .
-- aziz yavrular , dedi başkan . allaha emanet olsunlar . affedersiniz , allaha dedimse... alışkanlıktan dedim... ha , moskova'ya bildirildi mi ateşkes isteğimiz ?
-- elbette , elbette , ona ne şüphe , diye teminat verildi başkana .

ya rusya'da ? orada da aynı şeydi hemen hemen , yaklaşık olarak üç çeyrek saatlik bir gecikmeyle . kaygı , korku , kadere boyun eğme , ölümü bekleme : onlar da insandı , etten ve kemikten yapılma , tıpkı amerikalılar gibi birer insandı . çok geçmeden ora göklerinde de aynı parlamalar , beyaz buhar fışkıları , koyu sis bulutları , kolektif bir ürperti , hala hayatta kalışa inanmama başgösteriverdi .

kremlin'in sığınağında , parti genel sekreteri , en güçlü şef , içi gazlar dolan maskesini çıkarıp fırlattı . yanında oturan başbakana omuz vurdu . 
-- da.. da !.. dedi . zamanı artık . yalnız anlayamadığım bir şey var . o da şu komünizm budalalığına şimdiye değin nasıl katlanabildiğimiz ! ha !.. - maskesini henüz çıkarmamış olan dışişleri bakanı'na döndü - umarım ki mütareke dileğimiz şu sevimli amerikalılara gönderildi çoktan ?
-- elbette , parti sekreteri yoldaş .
-- yoldaş mı ? gözüm benim ! sayın bay desene bana .

ve işte böylece başarı gösteremedi gizli silah . bilginler , kendi saflarında ve karşıkilerden inceleme deneme yapa yapa , bir saatten daha kısa bir sürede , kan dökmeden savaşı kazanmanın yolunu bulmuşlardı : ''kandırıcı gaz'' adını verdikleri , ideoloji yüklü , insan kafasının karşı koyamayacağı bir gazdı bu . atomla ilişkisi yoktu , yakıp yıkmıyordu , kan dökmüyordu : sadece bir uçucu maddeydi ki saniyesinde beyinleri avuç içine alıyordu . sovyetlerinki amerikalıların kafalarına marksizmi aşılıyordu . amerikalılarınki sovyet kafalarına demokrasiyi üflüyordu . her ikisi de kusursuz gördü işini .

kaşla göz arasında , amerika birleşik devletlerindeki nüfusun tümü - gazın ulaşamadığı önemsiz birkaç adacık hariç - komünist oluverdi : sosyalist cumhuriyetleri birliği de tüm nüfusu ile kapitalist özgürlükten yana çıktı .

17 Nisan 2015 Cuma

sezuan'ın iyi insanı - bertolt brecht





kitaptan kısa bir bölüm... 

shen te -- (seyircilere) şehri bu kadar erken hiç görmemiştim . bu saatlerde yorganı başıma kadar çeker , uyanmaktan korkardım . oysa bu sabah , gazete satan çocukların arasında dolaştım . yolların sulanmasını , köyden sebze getiren öküz arabalarını gördüm . taa sun'un mahallesinden buraya kadar yürüdüm . her adımda daha sevinçli idim . aşıklar bulutların üstünde yürürlermiş . ama insanın ayakları yerden kesilmeden asfaltın üstünde yürümesi daha güzel . sabahın alaca karanlığında evleri , içlerinde ışık yanan büyük çöp yığınlarına benzettim . bir şey diyeyim mi size ? aşık değilseniz , sevmiyorsanız , yaşadığınız şehrin tadına varamazsınız . ihtiyar bir işçinin kalkıp çekicine sarılmasına , temiz hava ile ciğerlerini şişirmesine benziyor şehrin uyanışı . hoş , bu benzetme benim değil , ozanlar etmiş bu sözü . (bekleyenlere) günaydın çocuklar . işte pirinciniz . (dağıtır , sonra wang'ı görür) günaydın wang . bugün deliyim biraz . yolda gelirken dükkanların camlarında kendimi seyrettim . omuzuma alabilecek bir şalım olsun istiyorum . (koşarak halıcıya girer)

berber -- (dükkanın önüne çıkmıştır . seyircilere) :  komşum bayan shen te ne kadar güzel bu sabah . allah allah , hiç farketmemişim bugüne kadar . galiba , şimdi vuruluverdim kıza . ne cana yakın şey ! (wang'a) ne duruyorsun hala , çekip gitsene , sersem köpek . (dükkana girer)
 (shen te , ihtiyar halıcıyla karısı dükkanlarının önüne çıkarlar . shen te'nin sırtında bir şal vardır , adamın elinde bir ayna)

ihtiyar kadın -- ufacık bir deliği var , onun için ucuza veriyoruz zaten , ama çok güzel bir şal .
shen te -- (kadının elindeki yeşil şala bakarak) o yeşil de çok güzel .
ihtiyar kadın -- (gülümser) ama bu yepyeni .
shen te -- evet , evet . yorganıma göre ayağımı uzatmalıyım . dükkan daha bir şeyler getirmiyor . 
ihtiyar kadın -- eliniz çok açık yavrum . biraz hesaplı gitseniz derim . daha yeni başlıyorsunuz... bir avuç pirincin bile büyük önemi vardır ilk günlerde , değil mi ? 
shen te -- (omuzunda şal , salınır) doğru . ama ne yapayım , bugün deliyim biraz . acaba bu renk gitti mi bana ?
ihtiyar kadın -- bir erkeğe sormalısınız bunu .
shen te -- (kadının kocasına dönerek) yakıştı mı efendim ?
kadının kocası -- bana sormayın kızım , soracaksanız...
shen te -- (gayet nazik) hayır , size soruyorum .
kadının kocası -- (aynı nezaketle) çok yakıştı bu renk size . yalnız parlak yanı değil de , öbür donuk yanını çevirin .(shen te şalın parasını verir)
ihtiyar kadın -- beğenmezse , gelin değiştiririz . (kızı bir kenara çeker) biraz paralı mı bari ?
shen te -- (gülerek) ne gezer...
ihtiyar kadın -- ee... altı aylık kira ne olacak ?
shen te -- altı aylık kira mı dediniz ? onu unuttumdu...
ihtiyar kadın -- belli . bir daha pazartesiye ay başı . bakın , biz karı koca sizi tanıdıktan sonra , amcaoğlunuzun gazeteye verdiği evlenme çağrısına kulak asmadık . yardım etmek istiyoruz size . biraz birikmiş paramız var , ikiyüz dolar borç verebiliriz evladım . karşılığında tütünlerinizi gösterirsiniz , başkaca aramızda senet sepet istemez kızım .
shen te -- benim gibi düşüncesiz bir kıza borç mu vereceksiniz ? 
ihtiyar kadın -- açık konuşmak gerekirse amcanızın oğluna on para vermezdik , ama size , hiç düşünmeden son meteliğimize kadar verebiliriz . 

26 Mart 2015 Perşembe

hizmetçiler - jean genet






kitaptan kısa bir bölüm... 


solange : (sesini alçaltarak) senden çekinmiyorum . senin kininden , dolaplarından korkum yok . ama dikkat et ben senin ablanım .
claire : hıh , abla da neymiş ? yani daha mı güçlüsün ? boyuna o adamdan söz açıp beni çileden çıkarmak istiyorsun . hadi ordan , yaptıklarını anlamadım mı sanki ? sen bayancığımızı öldürmeyi denedin .
solange : beni suçluyor musun  ? 
claire : inkar etme . seni gördüm . (uzun bir sessizlik) hani senden korktum da... korktum solange . öldürme deneyi yaptığımız vakit boynumu senden kaçırıyorum . bayanı öne sürüp bana nişan alıyorsun . topun ağzında olan benim . 
(uzuzn bir sessizlik . solange omuzlarını silker)
solange : (kararlı) evet öldürmeyi denedim . seni ondan kurtarmak istiyordum . canıma tak etmişti . seni hafakanların boğduğunu , kızarıp bozardığını , kireç gibi bembeyaz kesildiğini , o kadının huysuzluğu altında ezildiğini gördükçe beni de hafakanlar boğuyordu . hakkın var . bana çıkışabilirsin . seni çok seviyordum . eğer onu öldürseydim beni ilk ele verecek olan sendin . beni kendi elceğizinle karakola götürecektin . 
claire : (solange'ı bileklerinden kavrar) solange...
solange : (kendini kurtarır) ne korkuyorsun ? polise teslim edilecek olan benim . 
claire : solnge , kardeşçiğim , günahını aldım . bayan neredeyse gelir . 
solange : ben kimseyi öldürmedim . ben korkağın biriyim anladın mı ? elimden geleni yaptım . ama bayan yatağında uyurken öte yana dönüverdi . yavaş yavaş soluyordu . solukları , üstündeki örtüyü şişiriyordu . her haliyle bayanın ta kendisiydi .
claire : sus artık .
solange : dur hele . madem ki öğrenmek istedin , dinle . sana daha başka şeyler de anlatacağım . kızkardeşinin kafasından neler geçtiğini , nasıl bir insan olduğunu öğren . hizmetçilerin ne biçim şeyler olduğunu da gör . evet ben bayanı boğmak istedim .
claire : ahireti düşün ! ahireti düşün ! ölümden sonrasını düşün !
solange : ölümden sonra hiçbir şey yok . sıraların üzerine diz çökmekten usandım artık . hani kilisede ben de pekala o başrahibelerin kırmızı kadifelerini giyebilir , günah çıkartmaya gelenlerin elmaslarından takıp takıştırabilirim . hem daha soylu da davranabilirim . bayancığımıza bak , ne güzel acı çekiyor ! sürüp sürüştürerek ne güzel gözyaşları döküyor ! acı onu daha bir başkalaştırıyor , daha bir akça pakça yapıyor . kocasının hırsız olduğunu öğrenince polislere kafa tuttu . ama sevinçten eteklerinin zil çaldığı besbelliydi . şimsi yüzüstü bırakılmış bir kadın . şirin mi şirin . acısına üzülen iki saygılı hizmetçi de kollarına girmiş ona destek oluyor . mücevherlerinin ışığından , entarilerinin ve avizelerinin parlaklığından acısı nasıl da ışıldıyor ! claire , suçumun güzelliği bana kederimi unutturuyor . sonunda , evi de ateşe vereceğim . 

21 Mart 2015 Cumartesi

iş işten geçti - jean paul sartre





kitaptan kısa bir bölüm...

yaşlı kadın kapalı büyük deftere dirseklerini koymuş , çenesini iki eline dayamış , masasının önünde oturuyordu . kedi , adeti üzere , defterin üzerine kıvrılmıştı . eve'le pierre çekinerek yaşlı kadına yaklaştılar . kadın doğruldu :
-- ya.. siz misiniz ? beş dakika geç kaldınız .
pierre sordu :
-- bizi bekliyor muydunuz ? yoksa yanlış mı geldik ?
yaşlı kadın , kalın kitabın işaret konmuş olan sayfasını açtı ve bir zabit katibinin soğuk ve kuru sesiyle okumaya başladı : 
-- madde 140 : şayet birbiri için yaratılmış olan bir çift , idareye ait bir hata yüzünden , sağlıklarında karşılaşmamışlarsa , haksız yere mahrum edildikleri aşkı gerçekleştirmek ve müşterek hayatlarını yaşamak üzere , yeryüzüne dönmek isteğinde bulunabilirler ve bazı koşullar altında buna izin alabilirler .

kadın okumasını bitirince , başını kaldırarak gözlüğünün ardından , hayretler içinde kalan genç çifte baktı : 
--buraya bunun için geldiniz değil mi ?
pierre'le eve bakıştılar . hayretlerinin altında büyük bir sevinç beliriyordu .
pierre yutkundu : 
-- demek...
-- yeryüzüne dönmek istiyor musunuz ?
eve kekeledi : 
-- vallahi madam...
ihtiyar kadın biraz sinirlenerek ısrar etti : 
-- size açık bir soru soruyorum , cevap verin .
kadın sabırsızlanmıştı . pierre yeniden arkadaşının yüzüne baktı . bakışında neşeli bir soru belirmişti . eve başıyla : ''evet'' deyiverdi .
bunun üzerine pierre , yaşlı kadına döndü : 
-- evet madam , eğer mümkünse dönmeyi istiyoruz . 
-- mümkündür , efendim . gerçi işlerinizi çok karıştırır ama , mümkündür . 
pierre derhal eve'in kolunu tuttu . fakat yaşlı kadının sert bakışı karşısında hemen bıraktı ve yüzü tekrar ciddileşti . 
yaşlıı kadın bir nüfus memuru gibi pierre'i sorguya çekmeye başladı : 
-- siz bu hanım için yaratılmış olduğunuzu söylüyorsunuz , öyle mi ? 
-- evet . 
-- madam charlier , siz de bu bey için yaratıldığınızı beyan ediyorsunuz , değil mi ? 
eve bir yeni gelin gibi kızardı : 
-- evet...
bunun üzerine yaşlı kadın deftere eğildi , sayfaları çevirdi :
-- camus... cera... chalot... charlier... tamam . da... di... do... dumaine tamam , tamam , tamam . siz tıpatıp birbiriniz içinmişsiniz . fakat doğum servisinde yanlışlık olmuş . 
eve'le pierre utangaç ve mutlu , bakışıp gülüştüler . elleri usulca birbirini buldu . eve biraz şaşırmıştı . pierre ise biraz gururluydu . yaşlı kadın arkaya doğru eğildi , onları dikkatle süzdü ve gözlüğünün arasından bakarak : 
-- güzel bir çift , diye söylendi .
sonra meşhur 140'ıncı maddeyi okuduğu deftere tekrar eğildi . bu kez yalnızca özetledi : 
-- işte yerine getirmekle mükellef olduğunuz şartlar : 
hayata döneceksiniz . burada öğrendiklerinizden hiçbir şey unutmayacaksınız . şayet yirmi dört saate kadar güvenle ve bütün varlığınızla sevişmeyi başarırsanız , tam bir insan hayatına hak kazanacaksınız . 

1 Şubat 2015 Pazar

kürk mantolu madonna - sabahattin ali





kitaptan kısa bir bölüm... 

eğleniyorlardı . yaşıyorlardı . ve ben , kafamın içine ve yalnız kendi ruhuma kapanmakla onların üstünde değil , altında bulunduğumu anlıyordum . şimdiye kadar zannettiğim gibi , kitleden ayrılmanın bir hususiyet , bir fazlalık değil , bir sakatlık demek olduğunu hissediyordum . bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar , vazifelerini yapıyorlar , hayata bir şey ilave ediyorlardı . ben neydim ? ruhum , bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu ? şu ağaçlar , onların dallarını ve eteklerini örten karlar , şu ahşap bina , şu gramofon , şu göl ve üzerindeki buz tabakası ve nihayet bu çeşit çeşit insanlar hayatın kendilerine verdiği bir işi yapmakla meşguldüler . her hareketlerinin bir manası vardı , ilk bakışta göze görünmeyen bir manası . ben ise , dingilden fırlayarak , boşta yuvarlanan bir araba tekerleği gibi sallanıyor ve bu halimden kendime imtiyazlar çıkarmaya çalışıyordum . muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım . hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti . hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu . 

işte bu andan itibaren bende , hayatımın istikametine hakim olan değişme başladı . lüzumsuzluğuma , faydasızlığıma bu andan itibaren inandım . ara sıra hayata tekrar döner gibi olduğum , yaşadığımı zannettiğim oldu . hatta bunları düşündükten birkaç gün sonra , yepyeni bir vaziyet , beni bir müddet için tesiri altına aldı ve oyaladı . fakat ruhumun en derin bir köşesinde bu kanaat , yeryüzünün bana ihtiyacı olmadığı kanaati , her zaman için yerleşip kaldı . hiçbir hareketim onun tesirinden kurtulamadı ; ve bugün de , aradan bu kadar uzun seneler geçtiği halde her şeyi , bilhassa cesaretimi büsbütün kırarak beni etrafımdan tamamen uzaklaştıran o anın bütün teferruatını , hatırlıyorum ; o zaman kendi hakkımda verdiğim hükümlerde hata etmiş olmadığımı görüyorum...

koşa koşa asfalt yola geldim ve berlin'e doğru yürümeye başladım . dün akşamdan beri bir şey yememiştim , fakat midemde açlıktan ziyade bir nevi bulantı hissediyordum . bacaklarımda yorgunluk değil , gövdeme doğru yayılan bir gerilme vardı . bu sefer ağır ağır ve düşüncelere dalarak gidiyordum . şehre yaklaştıkça ümitsizliğim artıyordu . bundan sonraki günlerimin ondan ayrı olarak geçeceğini bir türlü kabul edemiyor , bu ihtimali ciddilikten uzak , gülünç , imkansız buluyordum... hiçbir zaman başımı eğip yalvarmaya gidemezdim . böyle bir şey hem elimden gelmez , hem de bir faydası olmazdı... 

çocukluğumda kurduğum hayallere benzeyen , fakat onlara nazaran daha delice , daha saçma ve daha kanlı şeyler tasavvur ediyordum : 
gece , tam onun atlantik'te numara yaptığı sıralarda , kendisini telefona çağırmak , rahatsız ettiğim için af diledikten sonra , kısaca veda ederek , mikrofon başında kafama bir kurşun sıkmak , ne güzel olurdu ! bu müthiş sesi duyunca , evvela ne olduğunu anlamayarak bir müddet duracak , sonra deli gibi ''raif ! raif !'' diye bağırıp benden bir cevap almaya çalışacaktı . yerde son nefesimi verirken ihtimal ki , bu sesleri de duyar ve gülümseyerek ölürdüm .