29 Kasım 2013 Cuma

kızıma ırkçılığı anlatıyorum - tahar ben jelloun





kızıl ejder - thomas harris





kitabın giriş bölümünden... 

evin biraz ilerisine , okyanusa bakan bir piknik masası konmuştu . will graham , crawford'u buraya oturtup eline bir bardak buzlu çay tutuşturdu . jack crawford bir süre eski evin sevimli görünümünü seyretti . üzerinde biriken tuzlar parlak ışıkta gümüş gibi parıldatıyordu tahta yapıyı . ''keşke seni marathon'da , işten çıkarken yakalasaydım'' , dedi crawford . ''bunu burada konuşmak istemiyorsundur'' 

 ''hiçbir yerde konuşmak istemiyorum , jack . ama madem sen konuşma ihtiyacı duyuyorsun , çabucak başlayıp bitirelim bari .ortaya resim falan çıkarma yalnız . resim getirdinse bırak çantada kalsın . molly ile willy neredeyse gelirler'' 

''sen ne kadarını biliyorsun ?'' 
''miami herald'la times gazetesinde ne yazdıysa onu ,'' dedi graham . ''bir ay arayla iki aile evlerinde öldürülmüş . biri birmingham'da , öteki atlanta'da . genel olarak cinayetler birbirine benziyor .'' 

''benziyor değil , tıpkısı'' 
''şimdiye kadar kaç uydurma itiraf geldi'' 
''öğleden sonra telefonda sorduğumda seksenaltı olmuştu . bir sürü kafadan kontak işte . hiçbiri ayrıntıları bilmiyor . herif aynaları kırıp parçalarını kullanmış . bunu bilen yok aralarında .'' 

''gazetelerden gizlediğiniz başka neler var ?'' 
''adam sarışın , solak değil , oldukça kuvvetli , kırkbeş numara papuç giyiyor . gemici düğümü atmasını iyi biliyor . bıraktığı bütün parmak izleri dümdüz eldiven .'' 
''bunları zaten açıklamıştın'' 

not  : kitap daha önce ''sapık'' adı ile aynı yayınevinden piyasaya çıkartılmıştır...

28 Kasım 2013 Perşembe

dalgaların sesi - yukio mishima





kitaptan kısa bölüm... 


aslında shinji eve dönerken hep ötekilere katılır , onların konuşmasına , gülüşmelerine kulak verirdi . ama şimdi , tabii kendisinin davetli olmadığı bu eğlenceyi duyunca , usulca ayrılıp kumsal boyunca , yashiro tapınağı'na çıkan taş merdivenlere kadar yürüdü . dik yamaçta birbirinin üstüne yapışmış gibi duran köyünün evlerine baktı ve teru miyata'nın aydınlanmış evini hemen gördü . köyün her yanında aynı yağ kandilleri yanıyordu , yalnız teru miyata'nın evindekiler ona daha başka , daha bir aydınlık , daha bir kıvılcımlı göründü . şimdi orada verilmekte olan şöleni görmese de , lambaların sıcak ışığı kızların incecik kaşlarıyla uzun kirpiklerinden yanaklarına nasıl titreşen gölgeler atıyor , tahmin edebiliyordu . 

 taş merdivenin dibine varan shinji , çam dallarının gölgesi altındaki basamaklara baktı . yavaş yavaş yukarı tırmanmaya başladı . ayağındaki tahta kunduralar , kuru takırtılı bir ses çıkarıyordu . tapınağın dört bir yanında canlı namına bir şey yoktu . rahibin evindeki ışık da çoktan sönmüştü . 

shinji iki yüz basamağı , sonlarına doğru çabuk çabuk çıkmıştı ama , geniş göğsünde birazcık olsun fazladan çarpıntı yoktu tapınağa vardığında . tapınağın önünde saygıyla eğildi . yardım kutusuna on yenlik bir sikke attı . sonra bir an düşündü , kutuya ikinci bir sikke attı . tanrının dikkatini üzerine çekmek için ellerini birbirne vurdu , çıkan ses kutsal tapınağın bahçesinde yankılandı . sonra shinji içten bir duaya başladı :

 -- tanrım , bize durgun bir deniz , bol balık bağışla , köyümüzü daha mutlu daha neşeli kıl . daha gencim ama , gözüpek bir balıkçı olmama yardım et . denizle , balık avıyla , tekneler ve hava ile ilişkili her şeyde zengin bilgi sahibi olmama yardım et . her şeyi becerebilen yetenekli bir erkek olmayı benden esirgeme . sevgili anamı , daha çocuk yaşta sayılacak kardeşimi koru . anam yeniden dalmak zorunda kalırsa , vücudunu denizin bütün tehlikelerinden uzak tut . sonra , senden dilediğim bir şey daha var . günü saati gelince , bana uygun bir kız , iyi güzel bir eş gönder . terukichi miyata'nın eve dönen kızı gibi bir kız... 

 çam ağaçlarının içine doğru , dalların arasında iniltili sesler çıkaran bir rüzgar esti . rüzgar , tapınağın karanlığına gömülmüş iç taraflarında da haşmetli bir yankı doğurdu . belki de bu , delikanlının duasını kabul eden deniz tanrısı'nın sesiydi . 

shinji , yıldızlarla dolu göğe bakıp derin bir soluk aldı . sonra düşündü : 
''tanrılar , beni bu bencil dualarımdan ötürü cezalandırmaz mı acaba ?''

26 Kasım 2013 Salı

uykusuzluk - stephen king






hocanın okulları - stkb






kitaptan kısa bölüm... 

cemaatin başında bulunan f. gülen ve a takımı , bu robotlaşmış yığınları istedikleri gibi kullanmakta , ne yazık ki uyguladıkları bu iki yüzlü politika ile de bazı çevreler tarafından kabul görmektedir .s. nursi'nin müridi olarak f. hoca hayatınıı cumhuriyetin kazanımları ile mücadeleye adamış birisi . bütün diğer cemaat ve tarikatlar gibi .ama kuşkusuz en tehlikelisi... çünkü diğerleri kendilerini şu ya da bu şekilde açıkça ifade ediyorlar . bu cemaat ise çok farklı bir görüntü çiziyor ve çok kimseyi maalesef kandırabiliyor . 

uzun yıllar bu cemaatte yaşamış birisi olarak , eğer  cumhuriyet düzenine yönelik bir tehdit söz konusu ise , bu tehdit meydanlarda gördüğümüz birkaç kişiden oluşan radikal gruplardan ve rp'den gelmez diye düşünüyorum . çünkü bunlar her an önlemi alınacak açık tehlikelerdir . fakat devlet içinde kadrolarını tamamlamış , çeşitli tedbir ve takiyyelerle toplum içinde kabul görmüş , cumhuriyetten yana gözüken , fakat gerçekte cumhuriyetin temeline dinamit koyan f. gülen ve cemaati , tc.nin geleceği açısından en büyük tehlikedir .

17 Kasım 2013 Pazar

neyzen tevfik - alpay kabacalı






kitaptan kısa bir alıntı ... 

padişahçılık

abdülhamid döneminde , sarıklıların kahvehanelerde oturmaları yasaklanmış . hafız tevfik efendi ( neyzen ) , feyziye kıraathanesi'nde başında sarık  nargile içerken , içeriye birkaç polis , birkaç komiser , birkaç hafiye girer . başlarında da meşihat ( şeyhülislamlık ) müfettişi ... neyzen tevfik'i karakola götürmek isterlerse de bizimki yerinden kımıldamaz . bir yandan da o küfürlerinin hiç gün yüzü görmemişlerini birbiri ardınca sıralamaktadır . 

cadde ana baba gününe döner . seyre gelen gelene ... başka hafiyeler , polisler de çıkar ortaya ; hep birlikte neyzen tevfik'in kollarına yapışarak sürüklemeye kalkışırlar . neyzen bir ara ellerinden sıyrılıp masanın üzerine fırlar , caddeye dönüp avazı çıktığınca bağırır : 
- padişahım çok yaşa !... şevketinle bin yaşa !...

korku , dağları beklemektedir .bir başka deyişle , abdülhamid rejiminin bir ayağı korku üzerine dayalı ... müfettiş , komiserler , polisler  çil yavrusu gibi dağılırlar .yeşil sarıklı kahramanımız masadan iner , yerine oturup nargilesinden bir duman çektikten sonra kendi kendine : 
- ulaaan , der .amma da enayi şeylermiş ha !