11 Ağustos 2014 Pazartesi
kuzuların sessizliği - thomas harris
kitaptan kısa bölüm...
kafaya dikkatle sıkılan bir kurşun ; böylece sadece saçları feda etmiş olacaktı . değerlim onun için o saçlardan daha önemliydi . saçlar bir fedakarlıktı , köpeğin selameti için bir adaktı .
sessizce merdivenlerden aşağı , mutfağa . terliklerini çıkarıp karanlık bodrum merdivenlerinden aşağı , basamakların gıcırtısını önlemek için duvar dibine basarak .
ışığı yakmadı . aşağı inince sağa dönüp çalışma odasına girdi . alışkın olduğu karanlıkta , ayaklarının altında zeminin değiştiğini hissederek yolunu buluyordu .
kolu bir kafese sürtününce öfkeli bir kelebeğin yumuşak sesini duydu . dolap buradaydı işte . kızılötesi fenerini bulup gözlüğünü taktı . dünya yemyeşildi şimdi . akvaryumların huzur verici gurultuları ve içlerinden buhar geçen boruların sıcak hışırtısı arasında bir an durdu . karanlığın efendisi , karanlıklar kraliçesi .
havada serbest uçan kelebekler gözleri önünde yeşil parıltılı izler bırakıyor , incecik tüylü kanatları karanlığı okşarcasına hareket ederken yüzünden hafif bir esinti geçiyordu .
python marka tabancasını kontrol etti . 38'lik özel kurşun sürülmüştü namluya . kafatasına girdiği anda genişleyip ani ölüm sağlardı bu kurşunlar . ateş ettiğinde o şey ayakta ise ve tam tepesinden ateş ederse kurşun bir magnum gibi tepeden girip çeneden çıktıktan sonra bir daha göğüse girip parçalamazdı .
ayak parmaklarıyla yaşlı tahtaları kavrayarak , çok dikkatli ve sessiz adımlarla yürüdü . kuyulu odanın zemininde ses çıkarmadan . sessiz ama çok da yavaş değil . kuyunun dibindeki köpeğin onun kokusunu almasından önce davranmak gerekiyordu .
kuyunun tepesi yeşildi , taşlar ve aralarındaki harç , tahta kapağı çok net görünüyordu . ışığı tut ve eğil . işte oradaydılar . dev bir karides gibi yan yatmıştı . uyuyordu belki . değerlim de onun vücuduna yapışmıştı , o da uyuyor olmalıydı , ne olur ölmüş olmasındı .
baş açıktaydı . enseden bir kurşun... saçları da kurtarmış olurdu . ama bu çok rizikoluydu .
bay gumb deliğin üzerine eğilip aşağı baktı . tabancanın namlusunu kızılötesi ışık fenerinin gösterdiği yere doğrult . saçın alnıyla birleştiği noktaya .
koku ya da gürültü , hangisi bilmiyordu ama değerlim yerinde doğrulmuştu . catherine baker martin küçük köpeği hemen kavrayıp örtünün altına çekti . şimdi örtünün altında iki kabarıklık vardı , hangisinin köpek hangisinin catherine olduğunu söylemeye imkan yoktu . kızılötesi ışıkta derinlik algılaması da bozulmuştu . catherine'i seçemiyordu .
ama değerlim'in sıçradığını görmüştü . bacağı kırık değildi o halde . bir şey daha öğrenmişti : catherine baker martin de köpeği incitmeyecekti . rahatlamıştı şimdi . bu paylaştıkları duygu sayesinde şimdi onu bacaklarından vururdu ve bacağını tutmak için ellerini indirince de , lanet kafasını uçuruverirdi . artık fazla bir titizlik göstermesine gerek kalmamıştı .
4 Ağustos 2014 Pazartesi
1 Ağustos 2014 Cuma
atlantik ötesi - witold gombrowicz
kitaptan kısa bölüm...
... ağlamaya başladı . ağlarken sızlanıyordu : ''ben de seni dostum sanıyordum , ben nasıl senin dostunsam... ah , şu ihtiyar seni nasıl değiştirdi ! babayla birlikte yaşlıların yanını tutuyorsun şimdi ; sen gençlerin yanını tutmaya bak , onlara biraz özgürlük tanı , beybabanın zorbalığına karşı bir genci savun !''
-- yaklaş biraz , sana bir şey söyleyeceğim
-- olduğum yerden seni çok iyi duyuyorum , dedim
-- ama yaklaşırsan sana bir şey söyleyeceğim
-- seni duyduğuma göre yaklaşmama ne gerek var
-- sana söyleyeceğim şeyler var , ama kulağına
-- kulağıma söylemek niye ? yalnızız
sonunda konuşmaya karar veriyor .
-- sen beni canavar yerine koyuyorsun , biliyorum . ama bu yargını yeniden gözden geçirteceğim sana ; babaların davasına karşı benim davamı benimseyip , benim gibileri dünyanın tuzu biberi olarak göreceksin . söyle bana , sen ilerlemeye inanıyor musun ? ne zamana dek yerimizde sayacağız ? ihtiyarı bir tehdit aracı gibi görmeyi sürdürürsek , nasıl yenilik olabilir ki ? beybaba oğlunu sonsuza dek bastonunun tehdidi altında mı tutacak ? o genç sonsuza dek beybabasının dümen suyundan mı gidecek ? haydi , onu özgür bırakalım , rahata kavuşsun , özgürce eğlensin , keyfine baksın !
-- delisin sen ! diyorum . ben de ilerlemeden yanayım ama , ilerleme sana göre sapkınlık !
-- biraz sapma olsa , ne dersin ? peki o zaman ? ya sonra ?
-- tanri aşkına , dedim , bunu senin gibilere anlat ; benim gibi dürüst ve saygın bir yurttaşa değil . oğulu babasına karşı kışkırtırsam , polonyalı olamam ben . bil ki biz polonyalılar babalarımıza çok çok büyük saygı gösteririz .bir polonyalıdan oğlunu babasından uzaklaştırmayı isteme , hem de , sapkınlık pahasına !
-- ama , diye haykırdı , polonyalı olman neye yarar ? gerçekten şimdiye dek polonyalıların ne de güzel bir yazgısı olmuş ya ? polonyalı olmaktan tiksinmiyor musun ? bir kurban olmaktan bıkmadın mı ? yüzyıllardan bu yana sürüp giden işkencelerden , acılardan gına getirmedin mi ? bugün de bir kez daha öldürüyorlar sizi ! demek senin canın bu denli tatlı ha ! başka biri olmayı , yeni biri olmayı istemiyor musun ? erkek çocuklarınız için hep babalarının sözlerini yinelemekten başka bir yönelim düşünmüyor musunuz ? haydi ! bu çocukları babalarının kafesinden çıkaralım , bütün güçleriyle yaban ovalara koşsunlar , bilinmeyene bir göz atsınlar ! gencin üstüne ata biner gibi binip keyfince yularını çeken yaşlı babaya paydos ! genç , gemi azıya alıp babasını götürsün , amaçsız , rastgele , dört nala giderek , bakışlarının kendisini götüreceği yere... baba gözlerine inanmayacaktır . kendi oğlu onu almış götürüyor , ha ! haydi , oğullarınızı özgür kılın ; fırlasınlar , kaçsınlar , götürsünler !
-- sus , diye bağırdım . kes artık şu paylamayı ! benim babaya ve vatana karşı çıkmamı istiyorsun ha , tarihimizin böyle bir döneminde ? bana bel bağlama !
-- babayla vatan cehennemin dibine , diye homurdandı . oğul , ah oğul , o başka , o zaman akan sular durur ! ne yapacaksın babaların vatanını ? oğulistan daha iyi değil mi ? vatanın yerine oğulistan'ı koy , bak göreceksin o zaman .
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)