29 Mart 2014 Cumartesi

değişim - franz kafka






kitaptan kısa bölüm... 

gece masasının üstünde tıkır tıkır işleyen saatine bir göz attı . ''hay allahım'' dedi . saat altı buçuktu . akreple yelkovan sessiz sessiz ilerliyordu  ; çok geçmeden yediye çeyrek kalacaktı . yoksa saatin zili çalmamış mıydı ? samsa yatağından görebiliyordu pekala : zil ibresi tam dördün üzerindeydi . demek , zil çalmıştı . demek , o ortalığı birbirine katan zil sesine karşın rahat rahat uyumuş kalmıştı . rahat mı ? ne münasebet ! uykusu hiç de rahat değildi . ama , yine de uyumuştu işte .

peki ama , şimdi ne olacaktı ? yedide bir tren vardı . ona yetişebilmek için kendini paralarcasına acele etmesi gerekti . oysa , kumaş örnekleri daha paket edilmemişti . üstelik , gregor kendini pek öyle dinç de hissetmiyordu . kımıldamaya hiç de isteği yoktu . hem , diyelim trene yetişti . patron yine de küplere binecek muhakkak . ticaret evinin ayak işlerini gören oğlan , gregor'u beş treninde beklemiş , gelmediğini de bildirmiştir yüzdeyüz . bu oğlan avanağın , köle ruhlunun biriydi . işi gücü patrona yardakçılık etmekti . peki öyleyse , gregor hastalığını ileri sürsün  diyelim . ama bu da hoş kaçmazdı . üstelik kuşkuyu da çekerdi . niye mi ? gregor beş yıldır yazıhanede çalışıyordu . bu beş yıl içinde bir kez olsun şöyle hafif rahatsızlandığı bile olmamıştı . rahatsızlanacak olsa , müdür hemen kalkar , yanına sağlık sigortalarının doktorunu alır , eve damlardı . oğlunuz tembellik ediyor diye , ana-babasının başını şişirirdi . ''bir şeycikleri yok , tembelliğin adını hastalık koymuşlar'' deyip duran doktorun sözünü senet bilir , itiraz filan da dinlemezdi . hem , bu durumda pek haksız da olmazdı hani . gregor böylesine uzun bir geceden sonra uykusunu almıştı . üstelik kendini tam formunda buluyordu . karnı da bir tuhaf acıkmıştı . 

yatakta , kalkayım mı kalkmayayım mı diye duraksarken , bu düşünceleri kafasında şöyle bir anda evirip çevirirken , saat de yediyi vurdu . tam o sıra , karyolasının baş ucundaki kapıya hafif hafif vuruldu . biri : ''gregor'' diye seslendi . annesiydi bu ''saat yediye çeyrek var . trenine yetişmeyecek misin ?'' ne tatlı sesti bu . gregor cevap verdi ama kendi sesinden ürktü . bu , kendi sesiydi . hiç kuşku yoktu : konuşan kendisiydi . ama bu sese , sanki benliğinin ta derinliklerinden geliyormuş hissi veren acı bir inilti karışıyordu . 

27 Mart 2014 Perşembe

dokuz buçuk hafta - elizabeth mcneill






 kitaptan kısa bölüm... 

akşamlarımız hemen hiç değişmiyordu . o benim banyomu hazırlıyor , beni soyuyor , bileklerimi kelepçeliyordu . o sırtını değiştirip yemek hazırlarken ben banyoda yatıyordum . çıkmak istediğimde ona sesleniyordum . beni ayağa kaldırıyor , vücüdumu ağır ağır sabunluyor , çalkalayıp kuruluyordu . kelepçeyi çözüyor , kendi gömleklerinden birini sırtıma geçiyordu : beyaz , pembe ya da mavi koton , kol yerleri parmak uçlarımı örten , takım elbiseyle giyilmek için yapılmış gömlekler , her gece yeni bir gömlek , yıkanıp kolalanmaktan yeni gelmiş ... sonra kelepçeyi gene takıyordu . onun yemek yapmasını seyrediyordum . çeşidi sınırlı olmakla birlikte mükemmel bir aşçıydı . iyi hazırladığı dört beş yemeği sırayla yapıyor , sonra birkaç gece omlet ve ızgarayla idare ediyor , sonra gene baştan başlıyordu . salataları yıkarken her zaman şarap içiyor , bir yudum kendisi alıp bir yudum da bana veriyordu . işyerinde olup bitenleri anlatıyordu  ben de ona bizim ofiste  olup bitenleri anlatıyordum . kediler sırayla gelip çıplak bacaklarıma sürünüyorlardı .

yemek hazırlanınca o büyük bir tabağın içine iki kişilik yemek koyuyordu . yemek odasına gidiyorduk : dairesindeki üç odanın en renklisi .  yerde koyuu kırmızı , yıpranmış bir şark halısı , yuvarlak masayla üç sandalyenin çevresinde zar zor dönecek kadar yer . halının bittiği yerde , iki duvar boyunca tavana yükselen raflardaki kitap sırtlarının parlak renk renk dokusu başlıyordu . arada bir pencere iki de kapı . masanın üzerinde bir zaman teyzesinin armağanı olan ağır bir örtü dururdu . 

ben onun ayakları dibinde  , yerde masanın ayağına bağlanmış olarak oturuyordum . kendisi bir çatal fetuçini alıyor , bir çatal da benim ağzıma veriyordu . bir çatal yeşil salata kendine , bir çatalı bana . sonra ağzıma bulaşan yağı peçetesiyle siliyordu . bir yudum şarap alıyor , sonra bardağı benim dudaklarıma uzatıyordu . arada bardağı fazla dikerse şarap dudaklarımdan , çenemden aşağı , boynuma , göğsüme akıyordu . o zaman o benim önümde diz çökerek şarabı meme başlarımdan emiyordu .

19 Mart 2014 Çarşamba

rüya roman - arthur schnitzler






kitaptan kısa bölüm... 


''adın ne senin'' diye sordu fridolin . 
''adım mı ne ? mizzi tabii ki'' 
bunu söylemesiyle anahtarı kapının kilidinde döndürmesi bir oldu , koridora girdi ve fridolin'in peşinden gelmesini bekledi . onun tereddüt ettiğini görünce , ''hadi , çabuk'' dedi . fridolin birden kendini kızın yanında buldu , kapı arkalarından kapandı , kız kapıyı kilitledi , küçük bir mum yakıp fridolin'e ışık tuttu . fridolin , ''delirdim mi ben ?'' diye söylendi kendi kendine . ''tabii ki ona elimi bile sürmeyeceğim''

kızın odasında bir gaz lambası yanıyordu . kız fitili açtı , çok sevimli bir odaydı burası , rahat döşenmişti ve örneğin marianne'in evinden çok daha güzel koktuğu kesindi . elbette , ne de olsa yaşlı bir adam aylarca hasta yatmamıştı burada . kız gülümsedi , fazla sırnaşmadan , kendisini hafifçe uzaklaştıran fridolin'e yaklaştı . sonra fridolin , kızın gösterdiği sallanan koltuğa kendini keyifle bıraktı . 

''çok yorgun olmalısın'' dedi kız . fridolin başını sallayarak onayladı . kız hiç acele etmeden soyunurken , ''sizin gibi bir adamın gün boyunca kim bilir nasıl işleri vardır . bizim hayatımız daha kolay'' dedi .adam , kızın dudaklarının boyalı değil , kendiliğinden kırmızı olduklarını farketti ve ona iltifat etti .
 ''tabii , niye süsleneyim ki'' dedi kız .''sence kaç yaşındayım ben ?'' 
fridolin , ''yirmi mi ?'' diye bir tahminde bulundu .
''onyedi'' dedi kız , onun kucağına oturdu ve kolunu bir çocuk gibi boynuna doladı . şimdi benim bu odada olduğumu kim tahmin edebilir diye düşündü fridolin .ben bile bir saat önce , hatta on dakika önce böyle bir şey olabileceğini düşünebilir miydim ? peki , neden ? neden ? 
kız dudaklarıyla onun dudaklarını aradı . fridolin kendini geri çekti , kız ona iri , hüzünlü gözlerle baktı ve kucağından aşağı kaydı . sarılışında teselli eden bir şefkat vardı ve fridolin yaptığından ötürü neredeyse bir pişmanlık hissetti . 

kız dağınık yatağın üzerinde duran kırmızı sabahlığı aldı , üzerine geçirdi ve bütün vücudunu kapatacak şekilde kollarını göğsünde kavuşturdu . ''böylesi iyi mi ?'' diye sordu ; sesinde alay yoktu , sanki çekinerek , sanki onu anlamaya çalışır gibi sormuştu bu soruyu . fridolin ne diyeceğini bilemedi . ''doğru tahmin ettin'' dedi sonra ,  ''gerçekten de yorgunum ve burada sallanan koltukta oturup seni dinlemek bile çok güzel . sevgi dolu , yumuşak bir sesin var . sadece konuş , bana bir şeyler anlat , haydi''

kız yatağın üzerinde oturup başını iki yana salladı . ''sen korkuyorsun'' dedi hafif bir sesle ve sonra , neredeyse kendi kendine konuşur gibi ''yazık'' diye ekledi . bu son söz adamın içinde bir şeylerin kıpırdamasına neden oldu . kıza yaklaştı , sarılmak istedi , kendini onun yanında güvende hissettiğini söyledi , ki bu tamamen doğruydu . kızı kendine çekti , ona genç bir hanımı , sevdiği bir kadını kazanmaya çalışır gibi kur yaptı . kız direndi  , fridolin utandı ve sonunda onu bıraktı . kız , ''belli olmaz , eninde sonunda yaşanacaktır bu . korkmakta haklısın ve başına bir şey geldiğinde de bana lanet edebilirsin''

kız , fridolin'in ona uzattığı kağıt paraları öyle kesin tavırla reddetti ki , fridolin fazla üstelemedi . kız mavi bir yün şala sarındı , bir mum yaktı , ona ışık tutup aşağıya kadar geçirdi ve kapıyı açtı . ''bugün artık evden çıkmam'' dedi sonra . fridolin onun elini tutup düşünmeden öptü . kız ona neredeyse korkuyla baktı , sonra utangaç bir tavırla ve mutlulukla güldü . ''bir hanımefendiymişim gibi'' dedi .
 

1 Mart 2014 Cumartesi

yarının büyüklerine şiirler - bertolt brecht




http://urun.gittigidiyor.com/kitap-dergi/yarinin-buyuklerine-siirler-bertholt-brecht-67457091



kitaptan bir bölüm...


başbakan , başbakan
halk ölüyor açlıktan !
halk açlıktan ölmüş olamaz
kendime toplamıyorum ya eti şarabı ?
hem sizler için nutuk atıyorum gece gündüz
ama yine de ölüyorsanız açlıktan
şeytanın işidir bu yalnız
odur işte sizleri aç bırakan .

sevgili insanlar başbakan asılmış !
başbakan asılmış olamaz
kendini kapadı bir yere
tam bin nöbetçi bekliyordu başında
ama asılmışsa yine de
şeytanın işidir bu yalnız
odur başbakanı asan ..

''buradaki bahsi geçen başbakan hitlerdir''