1 Şubat 2015 Pazar

kürk mantolu madonna - sabahattin ali





kitaptan kısa bir bölüm... 

eğleniyorlardı . yaşıyorlardı . ve ben , kafamın içine ve yalnız kendi ruhuma kapanmakla onların üstünde değil , altında bulunduğumu anlıyordum . şimdiye kadar zannettiğim gibi , kitleden ayrılmanın bir hususiyet , bir fazlalık değil , bir sakatlık demek olduğunu hissediyordum . bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar , vazifelerini yapıyorlar , hayata bir şey ilave ediyorlardı . ben neydim ? ruhum , bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu ? şu ağaçlar , onların dallarını ve eteklerini örten karlar , şu ahşap bina , şu gramofon , şu göl ve üzerindeki buz tabakası ve nihayet bu çeşit çeşit insanlar hayatın kendilerine verdiği bir işi yapmakla meşguldüler . her hareketlerinin bir manası vardı , ilk bakışta göze görünmeyen bir manası . ben ise , dingilden fırlayarak , boşta yuvarlanan bir araba tekerleği gibi sallanıyor ve bu halimden kendime imtiyazlar çıkarmaya çalışıyordum . muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım . hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti . hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu . 

işte bu andan itibaren bende , hayatımın istikametine hakim olan değişme başladı . lüzumsuzluğuma , faydasızlığıma bu andan itibaren inandım . ara sıra hayata tekrar döner gibi olduğum , yaşadığımı zannettiğim oldu . hatta bunları düşündükten birkaç gün sonra , yepyeni bir vaziyet , beni bir müddet için tesiri altına aldı ve oyaladı . fakat ruhumun en derin bir köşesinde bu kanaat , yeryüzünün bana ihtiyacı olmadığı kanaati , her zaman için yerleşip kaldı . hiçbir hareketim onun tesirinden kurtulamadı ; ve bugün de , aradan bu kadar uzun seneler geçtiği halde her şeyi , bilhassa cesaretimi büsbütün kırarak beni etrafımdan tamamen uzaklaştıran o anın bütün teferruatını , hatırlıyorum ; o zaman kendi hakkımda verdiğim hükümlerde hata etmiş olmadığımı görüyorum...

koşa koşa asfalt yola geldim ve berlin'e doğru yürümeye başladım . dün akşamdan beri bir şey yememiştim , fakat midemde açlıktan ziyade bir nevi bulantı hissediyordum . bacaklarımda yorgunluk değil , gövdeme doğru yayılan bir gerilme vardı . bu sefer ağır ağır ve düşüncelere dalarak gidiyordum . şehre yaklaştıkça ümitsizliğim artıyordu . bundan sonraki günlerimin ondan ayrı olarak geçeceğini bir türlü kabul edemiyor , bu ihtimali ciddilikten uzak , gülünç , imkansız buluyordum... hiçbir zaman başımı eğip yalvarmaya gidemezdim . böyle bir şey hem elimden gelmez , hem de bir faydası olmazdı... 

çocukluğumda kurduğum hayallere benzeyen , fakat onlara nazaran daha delice , daha saçma ve daha kanlı şeyler tasavvur ediyordum : 
gece , tam onun atlantik'te numara yaptığı sıralarda , kendisini telefona çağırmak , rahatsız ettiğim için af diledikten sonra , kısaca veda ederek , mikrofon başında kafama bir kurşun sıkmak , ne güzel olurdu ! bu müthiş sesi duyunca , evvela ne olduğunu anlamayarak bir müddet duracak , sonra deli gibi ''raif ! raif !'' diye bağırıp benden bir cevap almaya çalışacaktı . yerde son nefesimi verirken ihtimal ki , bu sesleri de duyar ve gülümseyerek ölürdüm .